• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Pratik Bilgiler
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.171532.3004
Euro34.902035.0419

SOSYAL GÜVENLİK HUKUKU

SOSYAL GÜVENLİK HUKUKU

İnsan var olduğundan bu yana, kendisini yoksulluğa iten, geleceğini tehdit eden olaylardan koruma duygu ve çabası içinde olmuştur. Bireyin karşılaşacağı sorunlar hastalık, sakatlık, yaşlılık gibi sadece bireye haz olabileceği gibi; yoksulluk sorunu ve güven arayışı gibi tüm toplumu ilgilendiren nitelikte de olabilmektedir. Bu durum da tehlikeyle karşılaşan ve yoksulluğa düşen bireye, asgari bir güvence sağlamak, sosyal güvenliğin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Kısaca şu söylenebilir; Sosyal Sigortalar Kurumunun temelinde sosyal güvenlik, sosyal güvenliğin temelinde ise bireyin karşılaşacağı ve yaşamı için tehlike oluşturan olaylara karşı bir güvence arayışı yatmaktadır. Bu halde sosyal güvenlik anlayışı üzerinde durmamız gerekmektedir.

Sosyal güvenlik kavramları

Madem ki SSK nın temelinde sosyal güvenlik kavramı yatıyor; tanım vermek gerekirse sosyal güvenlik için neler söylenebilir? S. Dilik, Prof. Dr. K.Tuncomağ sosyal güvenliği şu şekilde tanımlamışlar:

“Sosyal güvenlik, gelirleri ne olursa olsun,kişilere belirli riskler karşısında ekonomik güvence sağlama görevine sahip kurum veya kurumlar topluluğudur”

Tanımdan yola çıkarak (sosyal güvenliğin 3 tane unsurunun olduğunu söyleyebiliriz)şu unsurlarını irdelemek istiyorum.a)kişilere tanınan güvence b)belirli sosyal riskler c)ekonomik güvence sağlayan kurum

a)”kişilere” tanınan güvence: Burada dikkat edilecek husus; kişilerin gelirlerinin önemli olmadığıdır. Bu demektir ki; insan belli bir geliri olmasa dahi, sosyal güvence altına alınmalıdır. Buradan da şu kanıya varabiliriz; sosyal güvenlik insanın insan olması sebebiyle elde etmeye hak kazandığı bir kavramdır. O halde şu ifade yanlış olmasa gerek: sosyal güvenlik hakkı insan haklarından biridir. İlerde belirtildiği üzere insan hakları evrensel beyannamesinin 22. maddesi bu sözlerimi teyit eder niteliktedir.

Bu durumda SSK’nın işleyişini inceledikçe, insan haklarının Türkiye’de ne kadar dikkate alındığını görmüş olacağız.

b)belirli sosyal riskler: Sosyal risk nedir? hangi riskler sosyal risk kapsamına girer? hangi sosyal riskler sosyal güvenliğin kapsamına girer? Prof. Dr. Ali Güzel ve Ali Rıza Okur’un risk ve sosyal risk tanımları şu şekildedir. Risk terimi, özel sigorta hukukunda, gerçekleşmesi sadece ilgilinin iradesine tabi olmayan, gelecek ve belirsiz bir olayı ifade eder.Sosyal risk ise toplumun kendilerine özel bir önem bağladığı ve kişinin bunların zararlı etkilerinden kurtulmasını istediği risklerdir.Hangi hallerin sosyal risk olacağını ise İLO 28 Haziran 1952 sayılı sözleşmesinde bulabiliriz;buna göre hastalık, sakatlık, yaşlılık, iş kazası, meslek hastalıkları, ölüm ve işsizlik sosyal risk sayılmalıdır. Şu hususu da belirtmek gerekir ki; sosyal riskler toplumdan topluma, zamana ve hatta devletin siyasal yapısının çeşidine göre bile değişebilmektedir.

Yukarda belirtilen risk, sosyal risk tanımlarının önemi şuradadır: anılan kavramlar hem sosyal güvenlik politikalarının hem de sosyal sigorta sistemlerinin varlık nedenleridir, yani sosyal politika ve sosyal sistemlere yön verecek olan hususlar bu kavramlardır. O halde SSK ‘nın işleyişinde esas alınacak hususlar sosyal risklerdir. SSK’nın yapısı ve işleyişi irdelenirken Türkiye’de bulunan sosyal riskleri dikkate almalıyız.

Yeri gelmiş iken sosyal güvenliğin sosyal devlet ile ilişkisine de değinmek istiyorum. Sosyal güvenlik sadece belli başlı kişileri değil, tüm toplumu ilgilendiren bir husustur. Sosyal devletin ekonomik ve toplumsal yaşama müdahalesi, insan yaşamı için gerekli temel tüketim maddelerinin fiyatlarının kontrolüyle, doğrudan bireye katkıda bulunmaktadır. Gelir dağılımının dengeli hale getirilemediği, gelir uçurumlarının giderek arttığı, yoksulluğun arttığı ortamlarda(Türkiye gibi devletlerde), bir dengeleme fonksiyonu olarak bu müdahale önemli olmaktadır. 

Temel fizyolojik gereksinmelerin karşılanabilmesi insanların karşı karşıya kaldığı riskleri de azaltmaktadır.

Basit önlemlerle, genel olarak kazaların (özel olarak iş kazalarının), genel olarak hastalıkların (özel olarak meslek hastalıklarının) önüne geçilmesiyle, sosyal güvenlik sisteminin de aşırı yüklenmesi de engellenmiş olmaktadır.

Bugün sosyal güvenlik sistemimizin sorunlarını aşmanın yolu, emeklilik süreleriyle oynamadan çok, sosyal devlet işlevlerinin (ve kamu girişimciliğini) geliştirip, riskleri azaltmak; sosyal güvenlik sisteminin devreye girmesini geciktirmekten geçmektedir.

Böylece SSK’nın aksaklıklarını ortaya çıkarırken Sosyal devlet ilkesinin ülkemizde ne kadar var olduğunu da ortaya çıkarmış olacağız.

c)ekonomik güvence sağlayan kurum:1951 tarihli U.Ç.K. sözleşmesine göre aşağıda sayılan 3 koşulun gerçekleşmesiyle ekonomik güvence sağlanmış olur.

· Yardımın amacı, iyileştirici veya koruyucu tedavi, yahut iş gelirlerinin tamamını veya bir bölümünün istenmeksizin yitirilmesi halinde geçim sağlama ve yakınları ölenlere ek gelir sağlama

· Yukarda sayılan hususları yasayla emretme


· Ekonomik güvence resmi yarı resmi ya da bağımsız kuruluş tarafından yapılmalı!

O halde SSK özellikle 1. bentte sayılan hususları gereği gibi yerine getirmekle yükümlüdür.

Sonuç olarak; “sosyal politika” ,”sosyal hekimlik” ve “insan hakları” gibi kavramların eş-zamanda ortaya çıkması rastlantı değildir. Bu durumun rastlantı olmayışının altında bir neden yatmaktadır; bu da insan haklarına saygılı, demokratik olan “sosyal devlet”in bireyin yanında olmasıdır. Bu sağlanırsa eğer SSK’nın önündeki engeller rahatlıkla ortadan kalkabilir.

Türkiye’deki Sosyal güvenlik sistemlerinin Tarihsel gelişimi

SSK’nın hukuksal mekanizmalarını ve ekonomik dayanaklarını kavrayabilmek için sosyal güvenlik sistemlerinin tarihsel boyutlarını da değerlendirmek gerekmektedir SSK,kendiliğinden yada 1-2 yasama organı üyesinin rasgele yaptığı teklifle ortaya çıkmış bir kurum değildir..Konunun fazla dağılmasını önlemek amacıyla sadece Türkiye’deki tarihsel süreci üzerinde –gerekli yerlerde Avrupa’daki gelişmelere atıflar yaparak- duracağım.

Sosyal Güvenlik politika ve sistemleri, ekonomik, sosyal ve siyasal yapı ve koşulların bir ürünüdür. Avrupa’da,bugünkü anlamada sosyal güvenlik sistemlerinin oluşabilmesi için sanayi devriminin ve buna bağlı olarak da sosyal koruma gereksinimi içinde olan bir işçi sınıfının ortaya çıkmasını beklemek gerekmiştir.Osmanlı imparatorluğunun sanayileşme sürecine girememiş olması gerçek anlamda bir sosyal politika oluşumunu engellemiştir.

Türkiye sanayileşme sürecine 1930 ‘lu yıllarda girmiştir; buna bağlı olarak da modern anlamdaki sosyal sigortanın ilk temelleri 1936 tarihli iş kanunuyla atılmıştır. Bu yasadaki ilkelerin uygulanması, araya 2. dünya savaşının girmesi sebebiyle 1945 leri bulmuştur.

İlerleyen yıllar, sosyal güvenlik alanında yoğun çabalara tanık olmuş; bütünlükten yoksunda olsa bir sosyal güvenlik sistemi ortaya çıkmıştır.1964 yılında 506 sayılı sosyal sigortalar kanunu bunun bir örneğidir.

Sonuç olarak; sosyal güvenliğin bir sistem olarak ortaya çıkmasında, devletin ekonomik yaşama müdahale etmesi, işçi haklarının hukuk sisteminde yerini alması gözden kaçmamalıdır.

Sosyal Güvenlik Hukukunun Hukuk Sistemi İçindeki Yeri ve İlkeleri

A)Sosyal Güvenliğin ilke ve eğilimleri

a)Genellik ilkesi: Kısa bir tanımla “sosyal güvenliğin toplumun tüm birimlerine yaygınlaştırılması” da denilebilir. Birçok ülkenin sosyal güvenlik sistemi, işçilerin korunması temel ilkesi çerçevesinde bir gelişme göstermiştir. Fakat insan haklarının ve sosyal devlet anlayışının ön plana çıkması, sosyal güvenliğin tespitinde mesleki faaliyet ölçütünün(işçi statüsünün) terk edilmesine sebep olmuştur.Dolayısıyla sosyal güvenlik hakları mutlak bir anlam kazanmıştır.

Bu ilkenin somut gelişmesi(diğer bir ifadeyle mevzuatta yerini alması) 1948 tarihli insan hakları bildirgesinde kendini göstermiştir. Bu ilkeye göre gelir düzeyi belirli bir sınırın altına düşen herkes, sosyal güvenlik sistemlerinin sağladığı haklara sahip olabilmelidir.

Ülkemizde memurlara sosyal güvence sağlamak üzere emekli sandığı, bağımsız çalışanlar için bağ-kur ve işçilerin sosyal güvencesi için SSK kurulmuş bulunmaktadır. Sosyal sigortalar kanunun 2. md sigortalı kavramı iş kanunundaki işçi tanımına benzer bir şekilde yapmış ve hizmet akdini esas almıştır. Kanunun 3 md. Bir istisna hükmü getirerek bazı kimselerin sigortalı olamayacağını belirtmiştir Bu durum genellik ilkesinin ihlalinden başka bir şey değildir.

Fakat ilerleyen zaman bu ilkenin ışığı altında “isteğe bağlı sigorta” ve “topuluk sigortası tekniğiyle” sosyal güvenceye kavuşturulanlar da eklenince 506 sayılı kanunun kişiler açısından kapsamının sınırları önemli ölçüde genişlemiştir.

b)Ekonomik güvence sağlama ilkesi: İşçinin ,çalışma gücünü etkileyen olaylara karşı ,sosyal sigorta tekniği ile korunması biçimdeki ilk sosyal güvenlik anlayışı,yerini toplumun tüm bireylerine ekonomik güvence sağlamak düşüncesine terk etmiştir.O halde bireyin ekonomik durumunu olumsuz yönde etkileyen olayların türü ve kaynağı ne olursa olsun sosyal güvenlik rejimleriyle ona ekonomik güvence sağlamak modern sosyal güvenlik sistemlerinin temel hedefi olmuştur.

Bu konuda kuruma yapılabilecek önemli bir eleştiri şu şekilde olabilir: Sosyal sigortalar kanunun 1. md. sinden de anlaşılacağı üzere yardım ,gerçekleşmesi muhtemel riskin gerçekleşmesinden sonra yapılıyor bu bağlamada önleyici tedbirler alınmıyor.

c)Yönetimde birlik ilkesi: Diğer bir ifadeyle sosyal korumada eşitlik ilkesi. Çağdaş sosyal güvenlik politikalarının bir hedefi de çeşitli sosyal güvenlik kurumları yerine örgütsel bütünlüğü sağlamaktır.Böylece; halkın sadece bir kısmına tanınan hakların diğerlerine de tanınmasını sağlayacak, halkı sınıflara bölme engellemiş olacaktır. Ülkemizde maalesef ki; bu ilke uygulanmamaktadır. Biraz öncede belirttiğim gibi memurlar için emekli sandığı, işçiler için SSK bağımsız çalışanlar için ise bağ-kur kurumları mevcuttur.

Emekli sandığına tabi olanlara tanınan bir kısım haklar SSK a tabi olanlara tanınmamaktadır. Bu sebepten dolayı ülkemizde sosyal güvenlik sorunlarını çözmenin bir yolu da; tüm vatandaşları kapsayan toplu sosyal güvenlik kurumu kurmaktan geçmektedir. Dolayısıyla yönetimde birlik ilkesi acilen yürürlüğe girmelidir.

d)Devletin sosyal güvenliğin finansmanına katılması: genellik ve ekonomik güvence sağlama ilkeleri sonucu olarak sosyal güvenliğin kişiler ve sosyal riskler açısından uygulama alanı genişlemiştir. Bu ise yapılan sigorta yardımlarının artmasına neden olmuş bu sebeple de sosyal güvencenin finansman sorununu ortaya çıkarmıştır.Devlet toplumun bunca insanını ilgilendiren bir konuda eli kolu bağlı bir şekilde beklememeli ve gerekli finansman ihtiyacını sağlamalıdır.

Ülkemizde bu ilkede malasef ki uygulanmıyor.Türkiye’de bütçeden SSK’ya hiç ödenek ayrılmıyor. Burada üzerinde durmak istediğim bir husus da şudur: 1949 yılında 5434 sayılı kanunla kurulan ve Maliye Bakanlığına bağlı olan Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığının açıklarını hazinenin kapatması garantisi mevcuttur ve doğrudan devlet katkısı sadece bu kuruma yapılmaktadır.Ne SSK’ya ne de Bağ-Kur ‘a böyle bir yardım –her ne kadar sosyal hukuk devleti anlayışını ters olsa da- yapılmamaktadır Bu ise açıkça adaletsizlik demektir.Bu sorunun mevzuat kısmındaki çözümünü yapacak organ neresidir?cevap açık:TBMM. peki TBMM üyeleri hangi sosyal güvenlik kurumuna tabidir?T.C.Emekli Sandığı.Belki de sadece bu sebepten dolayı SSK’ya gereken önem gösterilememiştir!!

B)Hukuk Sistemi içindeki konumu

Bilindiği üzere hukuk sistemi tarafların eşitliği ilkesi baz alınarak kamu hukuku ve özel hukuk olarak 2 ‘ ye ayrılmış bulunmaktadır.kendine ait sistemleri bulunan hukuk dalları da mevcuttur.Bu ayrımın bir sonucu olarak her hukuk sisteminin kendine has özellikleri vardır.SSK’nın neden S.O.S. verdiğini anlayabilmek için , hangi hukuk mentalitesiyle hareket etmemiz gerektiğini ortaya koymak gerektir.

Sosyal güvenliğin ortaya çıkışında tarihsel süreçte de belirttiğim gibi işçileri koruma ilkesi kendini gösterdiği için özel hukuk mantığı daha ağır basmaktaydı.

Fakat günümüzde sosyal güvenlik devletin yerine getirmesi gerekli kamu hizmeti niteliği kazanmıştır Anayasamızın 60 md de bu sözlerimi teyit eder niteliktedir.Gerçekten AY md 60 aynen şöyledir: “ Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. (2.fıkra) Devlet ,bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” Böylece sosyal sigortalar yönetimini üstlenen örgütler (SSK) normal olarak kamu otoritelerine özgü birçok yetki ve ayrıcalıklarla donatılmıştır. SSK’nın karşılaştığı sorunları çözmek için (eksiksiz olmasa da) gerekli mevzuatın var olduğu açıktır ;bu halde bunları uygulayacak kişilere önemli görev düşmektedir.

Sonuç olarak; kamu hukuku içerisinde yer alan sosyal güvenlik hukuku bir kamu hizmetinin yürütülmesini düzenlediği için idare hukukunun bir parçasıdır denilebilir.Bu halde SSK görevini ifa ederken; idare gibi davranmalı yani, kendi hak ve yetkilerini (kamu gücünü) kamu yararı gözeterek kullanmalıdır.

İŞÇİLERİN SOSYAL GÜVENLİĞİ

Bir hizmet akdine dayanarak, hem özel hem de kamu sektöründe bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılan işçilerin(sigortalıların),iş kazaları ve meslek hastalıkları,hastalık,analık,malullük,yaşlılık ve ölüm risklerine karşı sosyal güvenlikleri 506 sayılı sosyal sigortalar kanunu ile sağlanmaya çalışılmıştır.Bu rejimin idari yönetimi de 9.7.1945 tarih ve 4792 sayılı kanunla sosyal sigortalar kurumuna verilmiştir.Aşağıda gösterilen grafik Sosyal Sigortalar Kurumunun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Aktif sigortalı Aylık alanlar Aile bireyleri Toplam Nufusa Oranı 

SSKurumu Toplam 5,187,517 2,175,149 17,449,800 24,812,466 41,0
(kaynak: SSKurumu 1994 istatistik yıllığı)

Ülkemizde sosyal güvenlik sistemi, tazmin edici bir mantıkla oluşturulmuştur. Kesilen primler; yıpranan sağlığı, bedeni, ruhu onarmaya yöneliktir; yıpranmamasına değil!! Hastalıkların ve kazaların sonuçlarına karşı sigortalar oluşturulmuş, tedavi edici hizmetler öne çıkarılmıştır. Oysa ki mesleki ya da değil; birçok hastalığın ve kazanın önlenmesi olanaklıdır. Etkin bir planlama, eğitim ve koruyucu hekimliğin geliştirilmesi; sağlığın bozulmasını büyük ölçüde önleyici niteliktedir ve tazmin etmeye yönelik dev boyuttaki harcamaları gereksiz kılmaktadır.

Sosyal sigortaların kişiler açısından uygulanma alanı

a)Sigortalı Kavramı:

SSK md2” Bir hizmet akdine dayanarak, hem özel hem de kamu sektöründe bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılan bu kanuna göre sigortalı sayılır”verilen “sigortalı” tanımı “işçi” tanımına benzemektedir.fakat iki kavram arasında mutlak bir özdeşlikten söz edilmez.Başka bir deyişle,iş kanuna göre işçi kabul edilenlerin sigortalı sayılmamaları olanağı da vardır.Bu hususun ayrıntısına birazdan gireceğim. Fakat burada önemli olan şudur: işçilerin sosyal güvenliğini sağlamak için kurulan bir kurumda az da olsa belli bir işçiyi kanunun kapsamı dışında saymak ne sosyal güvenlik hukukuyla bağdaşır ne de sosyal hukuk devletiyle...

Yargıtayın istikrar kazanmış içtihatlarıyla ,sosyal sigortalar kanunu anlamında sigortalı niteliği kazanmanın koşulları 3 başlık altında toplanmıştır.

aa)Çalışma yada iş ilişkisinin hizmet akdine dayanmış olması gerek:uygulamada bu konuda şöyle aksaklıklar çıkmaktadır. İşçi ve işveren arasında yapılan hizmet akdi geçersiz olacaksa eğer ,işçi sigortalı olamayacak mıdır?Yargıtay’ın 27.9.1979 6134/7682 esas sayılı kararına göre “........ akdin geçersiz olması,o kimsenin çalıştığı sürece sigortalı sayılmasına engel değildir” içeren içtihadı bu soruna çözüm oluşturmuştur.

Ayrıca yine bu konuda uygulamada, iş mahkemeleri sigortalılık niteliğini belirleyebilmek için bilirkişi incelemesine başvurmaktadır.halbuki hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan bu konuda bilirkişiye gidilmesi hukuk eğitimin yeteri kadar öğretilemediğini gösterir .(Yarg. 10. HD.,20,3,1990,2547/2749)

SSKurumu ,şirket ortağı sıfatını taşıyanları da sigortalı olarak tescil etmekte ve halbuki bu husus sigortalı kavramına girmemektedir.(Yarg. 10 HD.,2,4,1981 1360/2440)

bb)İşverene ait işyerinde çalışma:Çalıştırılanlar ,işlerini işverene veya onun yerine geçen kimseye ait kimseye ait işyerlerinde değil de, örneğin kendi evlerinde veya bürolarında görmektelerse sosyal sigortalar kanunu anlamında sigortalı sayılamayacaklar.işin en ilginç yanı bu şart yasada “açıkça”belirtilmemiş olmasına rağmen; uygulamada çok sık karşılaşılıyor.

cc)SSK 3’de belirtilen “sigortalı sayılmayan “ arasında yer almamak:madde kapsamında girenler hizmet akdine göre çalışmış ve iş görme edimlerini işverene ait iş yerlerinde gerçekleştirseler bile SSK kapsamına giremeyecekler.

b)Zorunluluk ilkesi:

SSK md 6 sosyal güvenlik hukukunun temel ilkelerinden biri olan mecburilik ilkesini belirtmiştir.Bu madde hükmüne göre sigortalı olmak ; kişi açısından sadece bir hak değil, aynı zamanda yükümlülüktür.burada kişinin iradesi rol oynamaz.kişi sigortalı olma hakkından vazgeçemez.Bu konu aksine bir akid yapılamaz. ;yani işçi ve işveren anlaşıp işçi işverene “beni sigortalı yaptırma,oraya ödeyeceğin primleri bana ver” diyemez

Bu hüküm uygulamada ;özellikle de geçen yıl geçirdiğimiz ekonomik krizlerden sonra çok fazla ihlal edilmektedir.bugün insanlar bırakın sigortalı işi , maaş alacak iş dahi bulamıyor.”üniversiteyi bitirdikten sonra diplomalı işsiz statüsüne girmeme az kaldığı bu dönemde bırakın sigortalı işi ;bir hukuk bürosunda 300milyona çalışmaya razıyım.”hukuk fakültesi son sınıf öğrencisinin bu sözleri dahi durumun ehemmiyetini rahatlıkla göstermektedir.

Prof. Dr. A. Gürhan Fişek’ in zorunluluk ilkesi ile ilgili şunları belirtmesi;durumun vahimliğini ortaya koymaktadır.”kaçak olarak çalıştırılan işçi sayısının da çok yüksek olduğu tartışmasızdır. Konuda sağlıklı istatistiki bilgiler yoksa da, gerek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sosyal Sigortalar Kurumunun gerekse Maliye Bakanlığı ile Hazine Müsteşarlığının yetkilileri tarafından kaçak olarak çalıştırılan işçi sayısının 2.400.000 ile 4.000.000 civarında olduğu telâffuz edilmektedir.

Kayıt dışında çalıştırılanların kayıtlı ekonomiye dahil edilmesi halinde, bütçe açıklarını önemli ölçüde azaltacağı tartışmasızdır.

Kayıt dışı çalışanlar için ileri sürülen 2.400.000 sayısı doğru kabul edilse ve bu sayıdaki kaçak işçi kayıt altına alınsa dahi asgari ücretten bütçeye sağlayacağı aylık katkı 43 trilyon lira, Sosyal Sigortalar Kurumuna sağlayacağı aylık ilave prim tutarı ise 120 Trilyon lira olacaktır. Bu miktar ise Sosyal Sigortalar Kurumunun açıklarını kapatmaya yeterlidir.

Ancak kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasına yönelik gerçekçi çalışmalar yapmak yerine, daha kolay yol seçilip, 4447 sayılı Kanunla prim ödemekte olan işçi, işverenin prim yükü artırılarak sosyal güvenlik kurumlarının açıkları kapatılmaya çalışılmıştır.

4447 sayılı Kanunda kaçak sigortalı çalıştırmayı önlemeye yönelik olarak, işverenlerin işe aldıkları sigortalı işçileri işe başlatmadan önce kuruma bildirmesi, işe başlayan sigortalının işe başladığı tarihten itibaren 30 gün içinde işe başladığını kuruma bildirmesi ve işverenlerin yanında çalıştırdıkları sigortalıları her ay 30 gün üzerinden kuruma bildirmesi, eksik bildirmeleri halinde eksik bildirme nedenini belgelemesi gibi önemli düzenlemeler yapılmıştır.

Ancak 4447 sayılı Kanunla işçi ve işverenin prim yükü de yüksek oranda artırıldığından, yapılan düzenlemelerin kaçak sigortalı işçi çalıştırmayı önlemediği, aksine kaçak sigortalı işçi çalıştırmaya zorladığı ifade edilmektedir.

Nitekim 1999 yılı Aralık ayında asgari ücretten 13 milyon 104 bin lira aylık prim ödeyen sigortalı, 2001 yılının Ocak ayında %48,5 oranında artışla 19 milyon 460 bin lira prim öder duruma gelmiştir. 1999 yılının Aralık ayında üst sınırdan aylık 25 milyon 494 bin lira prim ödeyen sigortalının ise prim yükü %230 oranında artışla 84 milyon liraya yükselmiştir.

Görülüyor ki kayıt dışı çalışanları kayıtlı ekonomiye dahil etmek için gerçekçi düzenlemeler kaçınılmazdır. İşçi ve işverenin prim yükünün işçi maliyetinin düşürülmesi, sendikalaşmanın önündeki engeller kaldırılarak teşvik edilmesi ve işyeri kurmadaki gereksiz bürokratik işlemlerin kaldırılması gibi düzenlemeler daha olumlu sonuçlar ortaya koyacaktır.”

Sigortalı olmanın hak ve yükümlülüklerinden yararlanabilmek için sigortalılık niteliğinin kazanıldığı an önem kazanmaktadır.Yasa hükmü uyarınca ( “.....işe alınmalarıyla sigortalı sayılırlar” ) fiilen işe başlama önemlidir. Bu halde 506 sayılı kanunun açısından bir kimsenin sigortalı sayılabilmesi için hizmet akdiyle işe alınması yeterli olmayıp işyerinde fiilen çalışmış olmak lazımdır.

c)Sigortalıların Kuruma bildirilmesi

Yukarda belirttiğim gibi sigortalı olmak bir zorunluluktur;fakat kurum sigorta yardımları yapabilmesi için sigortalıların varlığından haberdar olması gerek.Bu hususu dikkate alarak SSK md9, işverenin işçisini kuruma 1 ay içinde bildirme zorunluluğu getirmiştir.Hatta ilk kez veya yeniden işe alınan sigortalılar için süresi içinde kuruma bildirge verilmemiş olması,sosyal riskle karşılaşan sigortalıya yasanın öngördüğü yardımların yapılmasına engel oluşturmaz.(SSK m. 10/1)

Yasanın bu kadar açık hükümler ihtiva etmesine rağmen;ülkemizde sigortasız başka bir değişle “kaçak” işçi çalıştırma uygulaması ,ne yazık ki yaygınlık kazanmış bulunmaktadır.Örneğin: 1988 yılı sonunda SSK’ya tabi işyeri sayısı 1,302,116 iken bildirgesi alınan işyeri sayısı ancak 445,928’de kalmıştır.Sigortalı çalıştıran,işyerlerinden bildirge verenlerin oranı %34,2 düzeyinde gerçekleşmiştir.Üstelik bu istatistik-i bilgiler sadece bildirge veren işyerleri için geçerlidir 1994 yılı itibariyle bildirge vermemiş işyeri sayısı 691,023dür.(1994 istatistik yıllığı)Bu durumu önlemek amacıyla “re’sen tescil “ ve “idari para cezası” öngörülmüştür.fakat getirilen bu iki çözüm tarzıyla ekonomik krizin ortaya çıkmasıyla istenilen çare sağlanamamıştır.

aa)Resen tescil:SSK md 79 uyarınca ; sigortalı işe ilk veya tekrar ,giriş bildirgesinin yasada belirtilen bir aylık süre içinde verilmediği Kurum tarafından yapılacak denetimler sonucu belirlenirse,işveren veya aracıya yapılacak tebligatla ,anılan belgenin 30 gün içinde Kuruma verilmesini talep edilecektir. Tebligata rağmen bildirge verilmezse Kurum resen düzenleme yetkisine sahip olacaktır.Yukarda da belirttiğim gibi bu hükümle sigortasız işçi çalıştırılması önlemeye çalışılmıştır.Bu hükümle mevzuattaki bir açıklık daha kapatılmış bulunmaktadır;istenilen amaca ulaşılabilmesi ise yapılacakların denetimlerin etkinliğine bağlıdır.

bb)idari para cezası:SSK’nun sağlıklı bir biçimde uygulanması ve boş sözcüklerin bir yığın olarak kalmaması için,Devletin uygulamayı izlemesi,gözetimi ve denetimi yetmez;belirgin olarak uygulamada saptanacak aykırılık hakkında cezalandırma hakkını kullanması gerekir.Md. 140 bu amaca hizmet eder.Burada dikkat edilecek husus: verilecek para cezasının miktarındadır. Eğer ceza çok düşük olursa ,hükmün müeyyidelik niteliği ortadan kalkar,yok eğer ceza çok fazla olursa bu sefer rüşvet ortaya çıkar.

İşveren işyerinde çalıştırdığı sigortalıları Kuruma bildirmez veya kurum yapacağı denetim sonucu böyle bir durumu saptayamaz veya saptamasına rağmen kanunun kapsamına almazsa işçinin sosyal güvencesi ne olacaktır?Bu durumda , işyerinin SSK kapsamında bulunup bulunmadığının saptanmasını bizzat sigortalı da isteyebilmektedir;çünkü burada asıl çıkar işçinindir.Uygulamada bu dava tipini “hizmet tespit davası” denmektedir.Bu dava tipi uygulama çok karşılaşılan cinstedir.malum olduğu üzere ; iş(hizmet) üretilirken işverenin mülkiyeti karşısında sadece emeği olan işçi ;bu zayıflığından dolayı, sigortasının yatırılmadığını bilse dahi işverene sözünü geçirememektedir.Bu sebeple kanunun bu hükmü yerindedir.

d)Sigortalının aile bireyleri

Sadece sigortalı için sosyal koruma sağlamak,sosyal güvenliğin genellik ilkesine ters düşer.Bu nedenle sigortalının ailesini de belirli sosyal risklere karşı korumak gerekmektedir.Bu düşüncenin yansımasını SSKmd. 2 de görmekteyiz.buna göre:sosyal sigorta yardımlarından yararlanacakların kapsamına sigortalının eş ve çocukları ile sigortalının ölümünde 506 sayılı Kanuna göre hak sahibi olan kimseleri de dahil edilmektedir.

Bu hükmün yerindeliği tartışmaya açıktır;çünkü anılan madde sigortalının sağlığında yardımlardan yararları eş ve çocuklarla sınırlamıştır;oysa ,mesela hastalık sigortasından eş ve çocuklar yanında,sigortalının geçindirmekle yükümlü olduğu ana ve babasına sağlık yardımı “sınırlı” bir şekilde yapılmaktadır(SSK md.42).Buradaki sınırlılık ,ana babanın sağlık yardımlarının her hastalık olayı için SSK md 34 de belirtilen süreyi aşmamasıdır.Kanunun şimdiki hükmüne göre 6 aydan fazla tedavisi süren ana baba ,sigortadan yararlanamayacaktır.

Sosyal Sigortalar Kurumunun Hukuki Yapısı

a)Giriş

1945 yılında 4792 ayılı kanunla “işçi sigortaları kurumu” adıyla kurulmuş bulunan SSK,1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile Sosyal sigortalar Kurumu adını almıştır.fakat kurumun ilerleyen zamanda “S.O.S” vermesi üzerine yeniden yapılandırma süreci başlamıştır bu bağlamda24,8,2000 tarihli 616 sayılı KHK çıkarılmıştır.fakat aynı KHK Anayasa Mahkemesi nin 31.10.200 tarihli E.2000/65,K.2000/38 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.

SSK, çalışma ve sosyal güvenlik Bakanlığına bağlı,mali ve idari açıdan özerk ve tüzel kişiliği bulunan bir devlet kurumudur.

b)Kurumun organları

616 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurumun organları üzerinde başlatılan bir yapılanma süreci, her ne kadar, yukarda belirttiğim Anayasa Mahkemesi’nin iptal (ve hükümete yeni bir düzenleme için verilen 6 aylık süre) kararı varsa da, bugün uygulama sanki bu KHK yürürlükteymişçesine yürümektedir.

O zaman 616 sayılı KHK’ yi ayrıntılı bir biçimde irdelemek ve özünü sorgulamak gerekmektedir. Kurum’ un yeniden oluşturulan “yönetim makinesi”nin üzerinde duralım.

616 sayılı KHK’ de yönetim makinesini oluşturan 3 kurul göze çarpmaktadır. Kurullar :

 Genel Kurul
·

 Yönetim Kurulu·

· Sağlık İşletmesi Yönetim Kurulu

Uzun yıllardır, SSK bürokrasisi ve toplumun düşünürleri, SSK’nın kendi istemleri ve sorumlulukları doğrultusunda değil de Bakanlık ya da bazı politikacılar tarafından yapılan müdahalelerle harekete zorlandığından yakınmaktadırlar. Bunun Kurum’un işleyişini bozduğu, dengelerini altüst ettiği ve olması gereken özerkliğinin de uzunca bir süredir kaybolduğunu söylemektedirler. Bu müdahaleci yaklaşıma panzehir olarak, Kurum’un “özerk” bir yapı ve konuma kavuşturulması gerektiğini ortaya koymaktadırlar.

Genel Kurulu oluşturan üyelerin bileşimlerine baktığımız zaman gerçekten de prim ödeyenlerin ağırlık taşıdığı bir yapı ile karşılaşmaktayız. Bu sistem yönünden umut vericidir. Çünkü bu kişilerin hem kendilerine ve hem de prim ödeyen örgüt tabanlarına karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Böylece Genel Kurul çalışmalarının denetimi, aynı zamanda “prim ödeyenlerin örgütlerinin tabanları” tarafından yapılacak denetimlerle de desteklenecektir.

Genel Kurul’un üye bileşeni :

a) Hükümet temsilcileri 7 kişi
b) Kurum çalışanlarını temsil eden Sendika temsilcileri 4 kişi
c) YÖK’ü temsilen öğretim üyesi 2 kişi
d) En fazla üyeye sahip üç işçi sendikaları konf. temsilcile 15 kişi
e) En fazla üyeye sahip işveren sendikaları konf. temsilen 15 kişi
f) Yurt-dışında çalışan işçiler arasından hükümetçe atanan 2 kişi

Burada göstermeye çalışacağım nokta, “karar alma süreci”ni oluşturan bu üç kurulun bileşimleri arasındaki uyum’dur. Yoksa “neden yurt dışında çalışan işçiler adına hükümetin seçim yaptığını” ya da “Sanayi ve Ticaret Bakanlığı” ya da “Hazine Müsteşarlığı” ya da “Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu” temsilcilerinin neden bu kurulda temsil edildiklerini sorgulamayacağım. Yine bunların SSK’ya ne katkılarının olduğunu, kaç kuruş prim verdiklerini de irdelemeyeceğim. Amacım, Genel Kurulu oluşturan üyelerin üçte ikisinin bu Kurum’u primleri ile ayakta tutanlara ait olduğunu göstermek.

Bu kez Yönetim Kurulu’nun üye bileşenini inceleyelim :

1. SSK Başkanı
2. SSK Başkanlığı – Sigorta İşleri Genel Müdürü
3. SSK Başkanlığı – Sağlık İşleri Genel Müdürü
4. Hazine müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanın önerdiği 1 üye
5. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın önerdiği 1 üye
6. İşçi kesimini temsilen 1 üye
7. İşveren kesimini temsilen 1 üye
8. Kurumdan aylık ve gelir alanları temsil eden 1 üye.

Yönetim Kurulu’nda hükümet tarafından atamaları yapılan 5 üye ve prim ödeyen 2 üye bulunmaktadır.Yadırgatıcı olan, Genel Kurul’daki üye bileşiminin burada tam tersine dönmüş olmasıdır. Yönetim Kurulu’nda neredeyse hükümet tarafından ataması yapılanlar üçte iki çoğunluğu yakalamaktadırlar.

Sağlık İşletmeleri Yönetim Kurulu’na bakalım. KHK, SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğünün, “sağlık işletmeleri” kurabileceği gibi, varolanları da bu konuma dönüştürebileceğini öngörmektedir (Madde 46). Sağlık hizmeti veren her bir sağlık işletmesinin ayrı bir yönetim kurulu vardır. Bu yönetim kurulları aşağıdaki üyelerden oluşur :

a) İl veya ilçedeki mülki amir (veya temsilcisi)
b) Belediye başkanı (veya temsilcisi)
c) İşletme müdürü 
d) Başhekim
e) Teknik ve destek hizmetleri müdürü
f) İşçi temsilcisi
g) İşveren temsilcisi
h) İşletmede çalışan personelin temsilcisi.

Konu,“vali ya da kaymakam”ın sağlıktan ne kadar anladığı ya da ödenen primlerle oluşturulmuş yapılar hakkında kararları yönlendirmeye ne kadar hakkı olduğu değildir. Ya da belediye başkanlarının, kendi çalışanları adına prim ödemekte ne denli bozuk bir sicile sahip oldukları halde; nasıl böyle kritik ve popülizme açık bir göreve getirilebildikleri de değildir. Burada göstermeye çalışacağım nokta,“karar alma süreci”ni oluşturan bu üç kurulun bileşimleri arasındaki uyum’dur.

Yine yadırgatıcı olan, Genel Kurul’daki üye bileşiminin burada tam tersine dönmüş olmasıdır. Sağlık İşletmesi Yönetim Kurulu’nda neredeyse hükümet tarafından ataması yapılan üçte iki çoğunluğu yakalamaktadırlar. Burada Belediye Başkanı, yöre halkı tarafından seçilmiş bir kişi; “işletmede çalışan personelin temsilcisi” ise iş güvencesi konusunda herhangi bir düzenleme bulunmayan ve ülkenin değişik yörelerinde görevlendirilebilecek olan bir kişi olup; ne denli bağımsız görev yapabileceği tartışmalıdır.

Görüldüğü gibi Genel Kurul’da prim verenler üçte ikilik çoğunluğuna karşın, Yönetim Kurulu ve Sağlık İşletmesi Yönetim Kurulu’nda prim vermeyip de hükümeti temsilen gelenlerin üçte ikilik çoğunluğu bulunmaktadır. Bunun nedenini anlayabilmek için, bu 3 kurulun görevlerine bakmak gerekecektir.

Genel Kurul’un görüş ve öneri bildirmek dışında yaptırım gücü bulunmamaktadır. Yönetim Kurulu, Kurum’un en yüksek yönetim, karar, yetki ve sorumluluğunu taşımaktadır. Sağlık İşletmesi Yönetim Kurulu’nun görev ve yetkileri hakkında bir yönetmelik çıkarılacaksa da, işin mantığı gereği, yönetim, karar, yetki ve sorumluluklarını taşıyacağı açıktır.

Demek ki, “yönetim, karar, yetki ve sorumlulukları” taşıyan kurullarda üçte ikilik hükümet ağırlığı; “belirlenen konularda görüş ve önerilerini” söyleyen kurullarda üçte ikilik prim verenlerin çoğunluğu bulunmaktadır.

616 sayılı KHK ile getirilmek istenen yapılanmanın mentalitesinin, hükümetin, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, “prim verenler için ve onlara rağmen” yönetimi sürdürmek olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim, Başkan ve diğer kurum bürokrasisinin de, merkezi hükümet tarafından atanıyor olması da bunu desteklemektedir.

3.Kasım 2002 seçimlerinin ardından kurulacak hükümet,umarım sosyal sigortalar kurumunun idari yapısını yukarda belirttiğim 616 sayılı KHK mantığıyla gerçekleştirmez.(*)

c)Kurum’un denetimi

Denetim mekanizması ,idarenin kamu yararı güderek faaliyetlerini sürdürmesi için gerekli olan müessesedir.Denetimin , SSK nın sorunlarını çözmede çok büyük katkı sağlayacağı şüphesizdir.Kurum 3 adet denetime tabidir diyebiliriz.Bunlarda ilki,Sosyal Sigortalar Kurumunun faaliyet ve hesaplarının denetimine ilişkin olup,dış denetim olarak adlandırılır.Bir denetim mekanizması da ,506 sayılı Kanun ve buna dayanılarak çıkarılan diğer mevzuat hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığı yönündeki denetim olup, bizzat kurum tarafından yapılır ve iç denetim olarak adlandırılır.3. olarak da uyuşmazlıkların çözümü açısından yargı denetimi belirtilebilir.

aa)dış denetim:

Dış denetim 1) 24,6,1983 tarih ve 702 sayılı KHK.ile Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunca 2) 1,4,1981 tarih ve 2443 sayılı K. İle Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet denetleme Kurulunca yapılır.Bu kurumlar iktisadi,mali,hukuki ve teknik önden sürekli olarak gözetim ve denetim yaparlar

Böylece Sosyal Sigortaların Denetimi tümüyle merkez yönetime bağlı Kurullara verilmiş bulunduğunu görmekteyiz.Bu durumda özerklik ilkesinin zedelendiği açıktır.Yukarda ( II,2,b)de belirttiğim üzere; SSK’nın asıl işlevini yürütecek olan organda (yani Yönetim Kurulunda) Merkezi yönetiminin adamlarının sayıca fazla olduğu halde, kurumun denetimini yine merkezi yönetime vermek denetim mekanizmasının mantığıyla bağdaşmaz.

bb)iç denetim :

Sosyal Sigorta Mevzuatının özellikle işverenler tarafından uygulanıp uygulanmadığının gözetim ve denetimi ;sigortalılar kadar ,Kurum yönünden de önem taşır.Bu denetim mevzuatı uygulamakla yükümlü olan Sosyal Sigortalar Kurumunca yapılması doğaldır.Bu amaca hizmet etmek için SSK md 129 vd. düzenlenmiştir.130 md de sigorta müfettişlerinin işyerlerinde denetim teftiş ve kontrol yetkilerine haiz oldukları belirtilmiştir. İşsizlik sigortası amacıyla çıkarılan 25,8,1999 tarih ve 4447/14 md ile müfettişlere çalıştırılanların sigortalı olup olmadıklarını tespit ederek , sigortasız çalıştırılanları kuruma bildirmek zorunluluğu getirilmiştir.yasa metni,sosyal güvenliğin amacına uygun olarak düzenlenmiştir, fakat sadece mevzuattaki uygunluk,toplumun refahı için yeterli değildir.Burada iş müfettişlerine büyük bir görev düşmektedir.Bahsedilen müfettişlere gerektiği ölçüde maaş verilerek , rüşvetin önüne geçileceği kanısındayım.

cc)Yargısal Denetim:

Adli uyuşmazlıklar ,alt derece mahkemeleri olarak iş mahkemeleri,idari uyuşmazlıklar ise idare mahkemeleri ve Danıştay tarafından çözüme bağlanmaktadır.Mahkemelere düşen iş yükünün fazla olması eleştirilebilecek bir husus olmakla beraber konumuz kapsamında değildir.

Sosyal Sigortalar Kurumunun finansmanı

a)Giriş:

Sosyal Sigortaların finansmanı kural olarak primlerle karşılanır ;Tüm gelirlerin %86,53’ünü primler ,%2’sini tahvil gelirleri,%26’sını kira gelirleri,%6,19’unu faizler oluşturmaktadır(SSK. 1990 Faaliyet Raporu,125) Fakat yukarda (I,4,A’da) belirttiğim genellik,ekonomik güvence sağlama ve yönetimde birlik ilkeleri geliştikçe sosyal güvenliğin finansmanında bir takım sorunlar çıkmaya başlamıştır.Sosyal korumanın genişlemesi ,sağlanan yardımların miktarının artması ve teknolojinin gelişmesi bu sorunları daha da büyütmüştür.Ölçüsüz hizmet borçlanmaları,genç nüfusun istihdama katılamaması,sigortasız işçi çalıştırılmasının önüne geçilememesi ve elde edilen primlerin enflasyon karşısında erimesi gibi diğer etkenler de finansman bunalımının büyümesine ayrıca sebep olmuşlardır.Dolayısıyla,mevcut finansman kaynaklarına(prim vb) yeni kaynaklar eklenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

b)Prim kavramı

Prof. Dr. Ali Güzel ve Prof. Dr. Ali Rıza Okur hocalarımızın tanımı şu şekildedir.“Prim; yasanın kendilerine karşı güvence sağladığı sosyal risklerden birinin gerçekleşmesi halinde, yapılacak sigorta yardımlarıyla Kurum yönetim giderlerinin karşılığı olarak sigortalı ve işverenden,sigortalının kazancının belli bir yüzdesi üzerinden alınan parayı ifade eder.Bu primler , zorunlu olarak sigortalı adına ve hesabına sosyal sigortalar kurumuna ödenecektir.” Primin niteliği tartışmalıdır; geciktirilmiş ücret sayılabileceği gibi bir nevi vergi de sayılabilir.

Kurum üzerindeki siyasal baskılar nedeniyle prim gelirlerinin, başka alanlarda kullanılmaları sonucu sigorta yardım ve ödemeleri yapılmaz duruma gelmiştir.506 sayılı kanunun “prim” i düzenleyen 72 vd. md.’nin emredici hükümler ihtiva etmesindeki amaç bunu engellemekti.Engellemek”Tİ” diyorum çünkü ne kadar uygulandığı ortada!

Primler sigortalıdan ve işverenden belli sigortalının kazancı esas tutularak ,alınmaktadır

aa)sigortalıdan alınan primler:Sigortalının sosyal güvenliğin finansmanına katılması,kişisel sorumluluk ilkesiyle açıklıyor Doç. Dr. Müjdat Şakar hocamız.Yani primlerin bir kısmının sigortalıdan alınmasının mantığı:Sosyal sigorta olmasaydı sosyal tehlikeler(riskler) için bireysel tasarruf yoluyla özel bir fon ayırması gereken sigortalılar, bunun yerine sigortaya prim ödeyecek olmalarıdır.

Sigortalıların ödedikleri prim payı tarihsel gelişim içinde azalmış olmakla birlikte ,gerçekte sosyal güvenlik giderlerinin büyük kısmı sigortalılar tarafından karşılanmaktadır.Zira ,işverenler prim yüklerini fiyatlar yoluyla tüketiciler üzerine yansıtabilmektedir.Tüketiciler içinde sigortalılar da bulunmaktadır.

bb)İşverenden alınan primler:İşveren bu primi işçisi lehine ödüyor ; bunun işverene hiçbir faydası yoktur.işverenden de prim alınmasındaki mantık: sigortalının uğradığı bir kısım risklerin(iş kazası,meslek hastalığı gibi) doğrudan işverenlerin sorumlu görülmesidir.demek oluyor ki; sosyal güvenliğin yani yarın endişesinden kurtulan işçinin emeği daha verimli hale gelecektir ve buna bağlı olarak da işveren daha çok kar elde edecektir.Ayrıca üretim araçlarını amorti etmek,bunların bakımını sağlamak işverenin sorumluluğu olduğuna göre ,üretimdeki “emek” yani insan unsuru içinde aynı şeyi söylemek mümkündür.İşveren işçinin emeğinden de kar elde ettiğine göre bu yükümlülük ona da bağlanmalıdır.

cc)Devlet katkıları:Yukarda (I,4,A,d) bu konu üzerinde epeyce durduğum için burada tekrar etmek istemiyorum.

c)Prim sorunları ve çareler:

aa)Prim tahsilat Sorunu:1992 başı itibariyle ,bir fikir vermesi için belirtelim ki,kamu kesiminden 1 trilyon 930 milyar,özel sektörden 1 trilyon 95 olmak üzere toplam 3 trilyonu aşkın prim alacağı tahsil edilememektedir.(İstanbul bayram gazetesi,6 nisan 1992) Hükümetler bu soruna çözüm olarak prim gecikme zammı ve faizlerinin düşürülmesini öngörmüşler;örnek vermek gerekirse 5mart 1992 günü yayınlanan 3786 sayılı kanun.Böylece prim tahsilatını sağlamak uğruna ,işçinin parası işverene bedava kredi olarak kullandırtılmış olmaktadır.

bb)Prime esas kazançları düşük gösterme:Sigortasız işçi çalışma yukarda da belirttiğim gibi ülkemizde çok yaygındır. Bununla kalınmamak da; sigortalı net ücretinin yüksek olması,işveren de daha az prim ödemek için prime esas kazanç tutarlarını olduğundan düşük bildirme eğilimindedir.Sonuç ortada;SSK’nın prim Devletin vergi kaybına uğramasıdır.

1.Kasım.2002 tarihinde Cumhurbaşkanınca onaylanan SSK emeklilerine zammı düzenleyen kararnamenin 3 Kasım 2002 tarihinden önce yapılıyor olması bir tesadüf müdür acaba?(*)

Burada prim oranlarının düşürülmesi,muvazaalı işlemleri( örn:daha az alıyormuş gibi gösterme) engelleyebileceği gibi sigortasız çalışan işçilerin ,sigortalı olması yönünde iyi bir adım alacağı kanısındayım. Unutmamak gerek ki, devletin de SSK’nın finansman sorununa yardımcı olması , iyi bir çare olacaktır.

SONUÇ

İnsanın insan olmasından dolayı elde ettiği haklara insan hakları deniliyorsa eğer sosyal güvenliğe tabi olmak da insan hakkı sayılmalıdır.Sosyal sigortalar bünyesinde bulunan eczane kuyruklarında bekleyen binlerce kişinin bu hakları çiğnenmiyor mu?Dolayısıyla Sosyal sigortalar Kurumu görevi yaparken mutlaka “insan hakları “ esasını göz önünde bulundurmalıdır.

Sosyal güvenlik hukukunun temel prensiplerinden biri olan genellik ilkesi sonucu ,SSK ‘ya tabi insan sayısının artması hem doğal hem de zorunludur.Halkın %40 dan fazlasına hizmet eden SSK,”sosyal devlet “ anlayışıyla daha verimli hale gelecektir.Bu kadar çok insana hizmet veren bir kurum mutlaka devletten yardım almalıdır.

Kurumun finans ihtiyacını gidermek üzere getirilen 4447 sayılı kanunla işçi ve işverenlerin ödediği primler artmıştır.Oysaki Sosyal Güvenlik Reform Yasasının 2000 yılı uygulama sonuçları ile ilgili olarak TÜRK-İŞ’in yaptığı araştırmada, Yasada amaçlananın aksine, 2000 yılında sigortalı sayısının artmadığı, büyük deprem felaketinin yaşandığı 1999 yılının dahi altına düştüğü, kayıt dışı çalışanların sayısında ise %3 oranında artış olduğu ortaya konmuştur.

4447 sayılı Kanunla yapılan düzenlemelerle birlikte 2000 yılında ülkenin ekonomik göstergelerinin olumlu olarak gelişmesi, sigortalı sayısının önemli ölçüde artacağı beklentisini yaratmıştır. Ancak beklenenin tersine aktif sigortalı sayısının önceki yıllarda gösterdiği artışı göstermemesi, aksine azalması, 4447 sayılı Kanunla yapılan düzenlemelerin kayıt dışı çalıştırmayı önleme yerine zorladığı sonucunu ortaya koymuştur

Prim miktarlarının düşürülmesi ,gereksiz bürokratik işlemlerin giderilmesi kayıt dışındaki işçileri kayıt içine almanın iyi bir yöntemi olduğunu düşünüyorum.

Sosyal güvenlik sistemimizin daha iyi olabilmesi için gerekli olan “yönetimde birlik “ ilkesinin uygulanması zor ise ; her insan grubunun tabi olduğu kurum, kendisine tabi olan insanların haklarını sonuna kadar savunmalıdır.Pratik konuşmam gerekirse ;SSK, işçi lehine yorum ilkesini kendisine baz alarak çalışmalıdır.

SSK,mevzuattaki ve dolayısıyla uygulamadaki yanlışlardan birisi de;sosyal yardımları sosyal risklerin gerçekleşmesinden sonra yapıyor olmasıdır.Daha iyi bir sosyal güvenlik sistemi isteniyorsa,kanımca, tedbir alıcı önlemler sağlanmalıdır.Sosyal risklerin azaltılması amacıyla yapılan her türlü çalışma SSK’nın yükünü azaltacak, böylece daha verimli hale gelecektir.

SSK,sosyal güvenlik hukukunun bir parçasıdır . Sosyal güvenlik hukuku da bir kamu hukuku dalı olduğuna göre , SSK için kamu hizmeti yapan bir kurumdur demek yanlış olmaz. Bu bağlamda SSK görevini ifa ederken kendisine tanınan kamu gücünü sonuna kadar kullanmalıdır.

Ülkemizde hemen hemen yer alanda kendisini hissettiren siyasi baskı ,ne yazık ki SSK üzerinde de mevcuttur.Kurumun yönetim Kurulunda merkezi otoritenin ağırlıklı olması ,dış denetimin yine merkezi otorite tarafından yapılıyor olması , kurumun asıl amacı dikkate alınmaksızın , siyasilerin “oy “ kazanmaları için bir araç olmasında etken olmuştur. 1 Kasım 2002 günü resmi gazetede yayımlanan SSK emeklilerine zammın bununla bir ilişkisi var olsa gerek?Çözüm olarak şunu önerebilirim; kurumun özerkliği sağlanmalıdır.Bu ise demokrasinin tam olarak oturmasıyla sağlanacağı kanısındayım.

MSM Danışmanlık

KAYNAKÇA

· Prof. Dr. Ali Güzel, Prof. Dr. Ali Rıza Okur :Sosyal Güvenlik Hukuku 5.baskı ,İstanbul 1996
· Prof Dr. Kenan Tunçomağ : Sosyal Sigortalar 5.baskı Ekim 1990 İstanbul
· Doç. Dr. Müjdat Şakar :Sosyal Sigortalar Uygulaması 1994 ,İstanbul
· Yargıtay Kararları Dergisi
· Mustafa Çenberci :Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi,Ankara 1985
· Prof. Dr. A.Gürhan Fişek’e ait makaleler
· 
www.turkis.org.tr
· www.hakis.org.tr
· www.insanveemek.com
· www.ssk.gov.tr
· www.insangucu.biz
· www.iskur.gov.tr
· www.isguvenligi.net
· www.adalet.org

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam12
Toplam Ziyaret34408
Saat
Takvim
Hava Durumu